"Hayat bir oyun aslında,
Çok kolay oynanan.
Yaşanan olaylar, çokluk , yokluk... yalan.
Gerçeğini bulabilirsin bir gün inan.''
Ekstra saçma sayılacak mısralarımı bitirdim ve kapımın çalmasının ardından aceleyle çantama yerleştirdim. ''İçeri gir baba.'' Babam yüzünde ki umutsuzlukla içeri girdi ve söze başladı. ''Tatlım, bak. Gerçekten gitmeyebilirsin.'' Umutsuzlukla iç geçirdim. Babama baktım ve mutsuzluğumu belli etmeden cevap vermeye çalıştım. ''Gitmek istiyorum baba.''Başaramamıştım. Babamın bana inanmadığını anlamıştım. Ama yinede inanmış gibi başını sallayarak odamdan çıktı.
Annemle 5 yıldır telefon haricinde görüşmüyordum. Onu gerçekten çok özlemiştim. Ama oraya gidersem babamı da özleyecektim. Kararımı vermek zor olmuştu ama sonunda annemin yanına gitmeye babam tarafından ikna olmuştum.
Babam beni ve kendisini daha fazla üzmemek için vedalaşmadan evden ayrıldı. Bense bavulumu hazırlamıştım. Üzerime kirli beyaz, kalın ve kısa montumu alarak eve veda ettim. Burayı özleyecekmiydim? Hayır. Babam haricinde hiçbir şeyi, hiç kimseyi özlemeyecektim. Arabama bindim ve LAX havalimanına gitmek için yola koyuldum. Hava ürkütücü derecede karanlıktı. Yılın bu zamanında buraya sis çöktüğünü hiç görmemiştim. Ama yemin edebilirim ki yol sislerle kaplıydı. İçimden bir ürperti geçti.
Gaza nasıl bastığımı ve havalimanına ne kadar kısa sürede ulaştığımı hatırlamıyordum bile. Arabamdan aşağıya inmeden önce babamın arabamı buradan almaya geleceğini bildiğim için yazmış olduğum kısa notu sürücü koltuğunun üzerine bıraktım. Kağıtta el yazımla;
''Seni seviyorum baba. Hep sevdim. Sıkça ziyaretine geleceğim.
Kızın Hannah...''
yazıyordu. Onu şimdiden özlediğimi hissediyordum. Gözlerim doldu ama kendimi bırakmadım. Kendimi annemi göreceğime odakladım.
Çok uzun bir yolculuk olmadan Londra'ya indim. Eve nasıl gideceğim hakkında küçücük bir fikrim yoktu. Telefonumu elime aldım. Hay Aksi! Şarjım bitmiş, telefonum kapanmıştı. Harika. Aksilik, aksilik, aksilik! Bir çok kişi ellerinde yolcu isimlerinin yazılı olduğu kartlarla birilerini bekliyordu. Bir umut bende kendi ismimi aradım.
A4 kağıdı boyutunda lila rengi bir kağıtta büyük harflerle HANNAH JAYMES SWEENEY yazıyordu. İsmimi görünce istemsizce gülümsedim ve kağıdı tutan kadına doğru koştum. ''Anne!'' Kadın beni kendinden uzaklaştırdı ve gülümsedi. ''Tatlım seni ne kadar özlemişim. Çok büyümüşsün! Saçların uzamış! Fiziğine ne demeli ve...'' Ah. Annemin ne kadar konuşkan bir kadın olduğunu unuttuğum için kendime lanet okuyordum. ''Çok konuştum değil mi Hann?'' Tekrar bende ona gülümsedim ve evet anlamında kafamı salladım.
Annemin Mini Cooper tarzı kırmızı arabasıyla, büyük ve bahçeli bir evin önünde durduk. Bu evi hatırlamıyordum? Ne yani benim annemin bu kadar parası varmıydı? Bu ev milyonlarca Dolar ederdi! Tam ağzımı açacaktım ki annem zihnimi okumuş gibi cevabı yapıştırdı. ''Dedenden miras.'' Yüzünü buruşturdu ve arabadan indi. Elini omzuma attı ve eve doğru yürüdük. Kapıyı sarışın bir kız açtı. İlk çıkaramadım ama gözlerine ve gülümsemesine bakınca kendimden kız kardeşimi tanımadığım için utandım.
''İnanamıyorum! Blair!'' Mutluluktan ağlayacak gibi olmuştum. Boynuma atladı ve ağlamaya başladı. ''Hannah! Ahh Hannah! Seni o kadar özlemişim ki.'' Kendimi ondan ayırdım ve ellerimle gözyaşlarını sildim. Annemi ve kız kardeşimi bu kadar özlediğime şaşmamalıydım. 5 yıl olmuştu. Az değildi.
Blair gece uyuyana kadar susmak bilmemişti. En sonunda o uyuyunca bir iç çekip bende odama gittim. Valizimin içinden parlak harflerle 'Hannah Jaymes Sweeney' yazan günlüğümü çıkardım ve kalemi elime aldım.
'' Ben geldim Londra. Yeni hayatıma hazırım. Beni neler bekliyor bilmiyorum. Neler olacak bilmiyorum. Tek bildiğim burayı da özlediğim, burayı da gerçekten sevdiğim ve hatırlamak istemediğim şeyleri hatırlamam gerektiği...''