Ahhh... İtalya, Roma. Tarih sahnesinin çoğunun geçtiği şehir. Kim bilir bizden önce neler neler görmüştü, ne savaşlar görmüştü. Muggle savaşlarının dışında bir de hiçbir zaman gün yüzüne çıkmamış olan büyücü dünyasındaki savaşlar vardı. Romanın bu savaşlarda payı büyüktü. Ne büyücüler, ne cadılar gelip geçmişti buradan. Tarih güzeldi. Tarihi bilmek daha da bir güzeldi. Bunu daha yeni anlayan Henry, küçüklüğünde ne tarihi ne de tarih dersinin severdi. Belki ailesinden kaynaklıydı bilmiyordu. Ama büyük ihtimal öyleydi. Çünkü kendi ailesinin tarihi o kadar berbat ve o kadar şerefsizdi ki... Dile getirmeyi bırakın, aklının ucundan geçirmesi bile çok kötüydü onun için. Bir an babasına olan nefreti, annesinin umursamazlığı, hepsi aklına bir selam verip geçtiler, şeytansı bir selam. Bu düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak eski dostunun tam karşısında ki bankta arkası dönük bir şekilde oturduğunu fark etti. Niobe Hera. O bir vampirdi ve gerçekten çok çekici bir vampirdi. İş adamları olsun, büyücüler olsun hatta bazı cadılar. Hiçbiri ona karşı koyamıyordu çoğu zaman. Ne var ki Henry artık bu konuda bağışıklık geliştirmişti kendince. Güzel ve çekici geliyordu yine ama etkilemiyordu onu, etkileyici gelmiyordu. Tabi bir de vampir olmanın getirdiği bir avantaj var, yaşlanmama. Yaşını sorsanız kendi bile unutmuştur, ama hala yirmili yaşlarındaki genç kızlara benziyordu.
Ellerini cebinden çıkartarak onun yanına vardı. Tebessüm ederek sıcakkanlı bir sesle; "Hera? Yanına oturabilir miyim?" Sıcakkanlı olmaya çalışarak ortamı ısıtıyordu Henry. Gerek yoktu aslında bunlara ama eski dostlarına her zaman böyle yapardı Henry, onun doğasında vardı bu. Eski dost demek, sadık ve güvenilir kişi demekti onun için...