Gece güzeldi. Huzurlu. Sanki bütün kılıflardan arınmış gibi ve fazla benimdi. Kollarımdaki bedenin sıcaklığı bile yeterliydi uyku arasında mutlu olabilmeme. Uzun zamandır güzel uykulardan uyanıyorum günlere ve huzur dolu dinlenme saatleri sunuyor bana gece. Bunun büyük nedeni sahip olduğum hayatın beklediğimin üstünde bir mükemmellikte seyretmesi elbette. En uç hayallerde bile bu kadar mutlu olabileceğimi düşünmemiştim çünkü ben. Çünkü dinlediğim masallar hep güzel bitse de çocukcaydı anılarımda, ve masal olarak kaldılar benim için. Gerçek olmaları ihtimali çocukken sahip olduğum farkındalığın yetersizliğiyle eş değerdi. Büyüdüm, büyüdükçe gelişti düşünceler, kavramlar.. Ve gerçek kavramım keskin çizgilere hapsoldu. Hiç beklemediğim bir anda ve kontrolüm dışında gelişti her şey. Bir baktım fazla güzel olan, mükemmele yakın her şey masala eş değer olmuştu. Çocukluğumun masalları, şehir masalları. Şehir masalı kavramını bilirsiniz. Kral, kraliçe, taht ve zaman kavramından uzaktırlar. Masal olma nedenleri imkansızlıklarla örülü hayallerle yazılmış olmalarıdır.* Kendi şehir masalımın baş rol oyuncusuydum bende. Sonra bir adam çıktı karşıma, her masalda olduğu gibi bir iki kötü anla yanında, ve bana şu an sahip olduğum masalı yaşatmaya başladı. Bütün keskin çizgileri sildi tek hamleyle, güm diye indi hayatımın ortasına büyük bir hızla ve ben onu çok sevdim.
Nasıl geldi ve ne zamandır onu bekliyordum sorusuna cevap veremem elbette. Ama başka isimli şehirlerde bir düşüncelerle oturuyorduk öylece. Geldi ve birden her şey parlaklaştı. Hayatımı güzelleştirdiği yetmemiş gibi, sanki beni yeterince mutlu etmemiş gibi bir de mucizemi renklendirecek bir başka dokunuşta bulundu ve küçük ay ışığımı getirdi bana. Birini bu kadar çok sevebileceğimi hiç düşünmemiştim ondan önce. Bir çocuğun annesi olma kavramını düşünmemiştim. Anne olmak tamamen karşıydı bana, sanki anneler evde oturur salçalı makarna yapar ve kocalarının dönüşünü beklermiş gibi. Bu şekilde düşündüğümden değil elbette ama bana zıt geliyordu işte. Sonra küçük kızımı aldım kollarıma ve nasıl daha çok sevebileceğimi düşünmeye başladım o günden sonra. Çünkü o kadar seviyordum ki o sevgi bile yetersiz geliyordu bana. Kendimi onlar uğruna atamayacağım tehlike yokmuş gibi.. Birini varlığından çok sevmenin tanımıydılar. Elbette ufak sorunlar, hatta büyük üzüntüler de oluyordu.
Hissettiğim öpücük de rüyalarımdan beni çıkarabilecek en iyi şeydi. Ayılmama neden olan en güzel şey. Uykusunu bir mücevher gibi herkesten saklayan biri olarak diyebilirim ki uyandırılmak kimse için bu kadar güzel olmamıştır. "Günaydın." Günü aydınlatan bir öpücükle karşılık verdi. Henüz yarım yaşanmış bir ömrün tutkusunu hissettiren tek dudaklar onunkilerdi ve bu hissi çok seviyordum. Gün çoktan aydınlanmıştı aslında, ama benim için aydınlık kavramı onunla başlıyordu. Bazen ben uyanmadan çıkıyordu evden, o zaman o gelene kadar boşlukta kalıyordum. Aralıklı bir gece gibi. Sanki şafağa doğru oturup dakika sayıyormuşum gibi. Gözümü açtığımda onu görüyorsam eğer, günaydın kavramı gerçek oluyordu. Nerede olsa tanırım diyebileceğim bir dokunuşu, sıcaklığı vardı. Sanki görmeden elli farklı el tutsam onunkini hemen bulurmuşum gibi.. "Sen kalkma." dedi şehirde kurduğum peri masalının prensi, "Ben Karoly'i alıp dışarı çıkıyorum." Ah, Karoly. Bizden çok babasına alışması önemliydi ve bu nedenle ara ara Thomas onu alıp şehri gezdiriyordu. Alışveriş yapıyorlardı, balık tutuyorlardı. Zaman öldüren ne varsa işte.. "Erken dönün. Birlikte yemek yiyelim" Başını salladı o çok sevdiğim gülümsemesiyle. Hoşçakal öpücüğümü hissettim tekrar. Seni seviyorum demenin daha farklı ve etkili yoluydu bir anlamda. Tam kapıdan çıkarken ona seslendim tekrar. "Thomas?" Otomatik bir tepkiymiş gibi döndü bana doğru. Ayçiçeklerinin güneşe dönüşü gibi. "Ariana'yı yanıma getirir misin?" Gülerek geçtiği yerlerden geri döndü. Küçük bebeğimi aldı kucağına. Ona bakışlarını seviyordum, muhtemelen Thomas'ı kıskanmayacağım tek varlık olma özelliğine sahipti Ariana. Ve ikisi arasında seçim yapamazdım asla. İtiraf etmek gerekirse çok salak savsak kıskançlıklara kapılabilen biriyim.
Küçük bebeğimi, ay ışığımı kendi kalktığı yere bıraktığında iki farklı uyduya çekilirmiş gibi hissettim kısa bir an. Aria ve Thomas arasında ikiye bölünsem bile yeteri kadar, hakettikleri kadar sevemezdim ikisini. Bebeğim kocamın boşalttığı yere kuruldu ve uykusuna devam etti bir şeyden habersiz. Yarı aralık dudakları ve küçük suratı o kadar güzeldi ki kendimi tutamayıp uyandırmamaya çalışarak öpüverdim yanaklarını. Uyku konusunda da bana benzeyecek gibiydi. Thomas'ın çıktığını duydum, evin içinden gelen sesleri, dış kapının kapanışını.. Bir süre daha bebeğimin uyku arasında titreyen göz kapaklarını izleyip nefesinin melodisini dinledim. Daha güzel bir sakinleştirici düşünülemez kesinlikle. Ona bakarken uyuyakaldım yeniden. Bebeksi mırıltıları, yüzüme değen küçük avuçları beni uyandırana kadar..
Çabuk büyümüştü. Zaman fazla hızlıydı, ona doyamıyordum. Gözlerimi açtığımda gülümseyişi yüzünü doldurdu. Onun bu güzelliğini, sevimliliğini ifade edecek bir kavram yok ve olamayacak.. Yerimde doğrulup kucağıma aldım küçük kızımı. Gülüşünü daha iyi duyabilmek için biraz da, küçük oyunlarla bir süre daha oyalandım olduğum yerde. Yalnızdık sonuçta, sadece bize özel zamanlardı ve doya doya kızımla vakit geçirmek istiyordum..