Gecenin karanlığı, Eylül ayının ilk günlerine gölge düşürürken yağmur usul usul yağmaya devam ediyordu. Haylaz yağmur damlaları yeni temizlenmiş olan penceremi lekeliyor, üzerinde şeffaf tanecikler oluşmasına sebebiyet veriyorlardı. Ve son olarak akıp giderken geriye gözyaşı izlenimi veren bir iz kalıyordu. Yağan yağmur, süzülen damlalar ile birlikte içten içe ağlıyordum. Vampir kanı taşıyan birinin duyguları yok olmamıştır, bunu göstermeye çalışıyor gibiydim. Hüzün tüm bedenimi sarıyordu, hüzünleniyordum.
Önümde yaşanacak ve belkide bir yerden sonra acı vermeye başlayacak kocaman bir hayat, yanımda erkek arkadaşının ölümünü kaldıramayan bir dost, başımda ise sökülmemiş binlerce çorap vardı. Ve ben kendimi düşünmeye zorluyordum. Yaşama nedenim ne diye düşünüyor ve belkide milyonuncu kez yanıtsız kalıyordum.
Dudaklarımdan tek bir fısıltı çıkmıyor fakat kalbim son ses bağırıp çağırıyordu. Bir çığlık atma isteği tüm benliğimi sarıyorken taşınmak üzere olduğumuz evin kuytu bir köşesinden hıçkırık sesleri geliyordu. Anlıyordum... Oysa istemiyordum ya anlamak, tüm geçmişi yalanlamak istiyordum. Verilen kayıpları, ölen kişileri geri getirmek istermiş gibi bir ifade sarıyordu yüzümü. Hissedebiliyordum.
''Hey.'' diye sesleniyordum oturduğum krem rengi koltuktan usulca ayrılırken. Hıçkırık seslerinin duyulduğu karanlık ve kuytu köşede bir kıpırtı meydana geliyordu. Sessiz kalmaya çalışsa bile o oradaydı, biliyordum. ''Nasıl bir canavar olduğumu unutma.'' diyordum yüzüme yapmacık bir ifade kondururken.
Ben duvara yaslanırken Elle hafif bir kıkırtı koyveriyordu gözyaşlarının arasından. Yapmacık bir gülümseme olsa da bende gülümsüyordum hafifçe. ''Hayır.'' diyordu. ''Sen bir canavar değilsin.'' diye beni temin ediyordu. Şimdi yüzüme, az önce kondurduğum yapmacık gülümsemeden ziyade daha gerçekçi bir tebessüm yerleşiyordu. Kollarımı önümde kavuştururken, ''Ah doğru yarı Büyücü yarı canavar.'' diyordum ses tonumun alaycı çıkmasına özen gösterirken.
''Sevinmeliyim sanırım. Hogwarts'ta okuyacak olan tek Vampir ben olmalıyım.''
Elle tekrar hafifçe gülerken az sonra ciddi bir ifade takınarak, ''Kendine eziyet etmekten vazgeç Ava. Bir Vampir olabilirsin fakat kendini frenlemeyi başarabildiğini de unutmamalısın.'' diyordu. Sonra kalkıp yanıma gelirken yüzünde muzip bir ifade, ''Yoksa bunu başaramıyor musun?'' diye soruyordu bana.
Kan kokusu almış gibi etrafımı kokluyordum önce. Elle'ye dönerken, ''Eğer başaramasaydım şu an burada olmazdın sanırım.'' diyordum. Gülüşüyorduk... Geçmişimizden gelen en iyi şeydi gülmek ve gelecekte en çok ihtiyacımız olacak şey. Gülmeye devam ederken Elle, maviye kaçan gözlerini bana dikiyordu. Onun gözlerini yüzümde hissederken aslında ne diyeceğini az buçuk tahmin edebiliyordum. Gözlerimi onun gözlerine dikerken,
''Kendime eziyet etmiyorum Elle. Sadece gerçekleri göz ardı etmeyi reddediyorum o kadar.'' diye mırıldanıyordum.
Elle, bana iyice yaklaşıp elleriyle başımı tutarken fısıldadı, ''Bazen gerçekleri göz ardı etmelisin Ava. Mutlu olabilmek için gerçekleri göz ardı etmen gerekir.'' dedi. Sesinde yapmacık bir ifade yoktu, hissedebiliyordum. Daha çok onun kardeşiyim gibi samimi davranıyor ve belkide ilk defa onun gerçekten haklı olduğunu düşündüğümü fark ediyordum. Onun ellerini kendimden uzaklaştırıp koridordan çıkarken salonda ki koltuklardan birine doğru ilerliyordum.
''Kolaya kaçmak, ha?'' diyordu Elle salona doğru gelirken.
''Kısmen.'' diye yanıtlıyordum can dostumu, belkide hiç sahip olmadığım ablamı. Geçmiş günleri hatırlarken yüzümde hafif bir tebessüm oluşuyor fakat her dönemin kötü bir yanını hatırlarken yeniden gülümseyişim yüzümde donuyordu. ''Vampir Avcılarının senin yerini bulmuş olması önemli değil. Hogwarts'a gideceğiz, bizim için en güvenli olan yere. Rahatla artık.'' diyordu Elle.
Bunları beni rahatlatmak için söylediğini biliyordum. Deri ceketimi koltuğun üstünden alıp üzerime giyerken adım adım bana yaklaşan Elle'den uzaklaşıp,
''Delirmekten, kana susamaktan korkuyorum. Ve... Birine saldırmaktan korkuyorum.'' dedim. Evet. Gerçekten korkuyordum. Birini öldürmekten korkuyordum. Kendime bile itiraf edemesem bile birini dönüştürmek durumunda kalmaktan korkuyordum.
Elle inatla benim kolumu tutup uzaklaşmama engel olurken, ''Sen yaşamaktan korkuyorsun Ava!'' diyordu bana, sesini biraz yükseltirken. Tam ağzımı bir şey söylemek için açarken evin kapısı büyük bir patırtı ile savruluyor, sarı saçlarını geriye doğru taramış haliyle içeri Riven giriyordu. Riven'in büyük bir patırtı ile içeri girmesiyle kafamı Elle'den başka her yere çevirirken Riven bize doğru yaklaşıp, ''Hadi bakalım gidiyoruz.'' diye bağırıyordu.
İçimden bir ses Hogwarts'ta çok fazla barınamayacağım gerçeğini yüzüme vururken evime son defa bakıp birlikte dışarı çıkıyorduk.