''Gidiyorum. Eski model bir arabanın direksiyonu ellerimde. 67 model bir Chevrolet büyük ihtimalle. Bu yer tanıdık geliyor diye düşündüğüm sırada tabelada ki Porte Océane yazısını gördum. Nehrin kenarında durdum ve arabadan indim. Konuşsam ağzım açılmayacakmış gibi hissediyorum. Hava mis gibi ve mutluyum. Ama değilim, bir korku dumanı ciğerlerimi acıtıyor. Göz yaşlarım bir patikadan içime dökülüyor. Kimse duymuyor beni, kimse duymuyor.
Uçsuz bucaksız damarlarımda bir tek zerre, keder geziyor... Her yerime gidiyor, gittiği yeri yakmadan dönmüyor. Önce parmak ucumdan başlıyor, dizime ve oradan karnıma. Sonra kollarıma ve oradan kalbime. Kalbimi yakarken, ellerimi uyuşturuyor. Bacaklarım ise tir tir titriyor. Nihayet boğazıma geliyor ve orada tıkanıyor. Bir zerre oluyor bin yumruk. Bin ton ve bir zerre. En sonunda oradan geçiyor... Acıta acıta, bağırta bağırta geçiyor ve gözlerime geliyor. Ve en sonunda hava ile temas ediyor. O anda kasılıyorum, başlıyorum ağlamaya. Göz yaşı geliyor, kırmızı kırmızı geliyor. Tutmuyorum, bırakıyorum kendimi. Akıyorda akıyor. Sessizce, dakikalar boyu akıyor. Sonra bakıyorum yere, bir kan birikintisi. Gazetenin üzerine akmış göz yaşları. Kaldırıyorum gazeteyi, bakıyorum kanlı yere. Bir kelimenin üzerine akmış. KIYAMET.
O anda korku ellerimde tuttuğum gazeteden, beynime hücum ediyor. Ne yapılması gerektiğini bilmeyen bir tanrı olmak kadar aciz bir durum daha olamaz diye düşünüyorum. Her yerim kan doluyor. Kulaklarımdan, ağzımdan ve burnumdan kanlar akıyor. Kafamı kaldırıp yardım etmek istediğim anda her yer kararıyor. Bir anda düşmeye başlıyorum, karanlığın içinde düşüyorum. Belki beş saniye, belki beş asır. Karanlığın içinde, bir karartıya dönüştüğümü görürken bir ses duyuyorum. '' -mmy, Tommy, Tom-..''
Gözlerimi açtığımda karşımda Blair vardı. Onu görmek normalde bile bu kadar güzelken, böyle bir durumdan kurtardığı için bin kat, milyon kat daha güzelleşiyordu. Elimle saçına dokundum ve sarıldım. Blair uykuya dalarken, bu hafta gördüğüm on üçüncü rüyayı düşünüyordum. Yoksa...