Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ophelia Silver

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Ophelia Silver
Muggle'sınız lütfen rütbenizi bir an önce belirleyiniz.
Muggle'sınız lütfen rütbenizi bir an önce belirleyiniz.
Ophelia Silver


Mesaj Sayısı : 1
Sihirsel Soy : Safkan
En Belirgin Özellik : Zeka
Rpg Puanı :
Ophelia Silver Left_bar_bleue68 / 10068 / 100Ophelia Silver Right_bar_bleue
Düello Gücü :
Ophelia Silver Left_bar_bleue34 / 10034 / 100Ophelia Silver Right_bar_bleue

Ophelia Silver Empty
MesajKonu: Ophelia Silver   Ophelia Silver Icon_minitimeÇarş. Eyl. 07, 2011 9:30 pm

Sakin ve sessiz bir gecenin akşamıydı. İn cinin sokaklarda top oynadığı saatlerdi. Her taraf mutlak sessizliğine bürünmüştü. Yaprağın kıpırdama sesi bile duyulmuyordu. Konakların mum ışıkları sönmüş. Uyku karanlığına bürünmüştü dört bir yanı. Ta ki Büyük Choi Konağı hariç. Olağanın aksine Choi Konağında özellikle de Başbakanın maiyetinde bir kıpırdanma vardı. Sessiz gecenin karanlığında kamufle olmuş bir yüz, sessizliğe gömülmüş bir ses...

Konağının dört bir yanındaki muhafızlar, olabilecek en küçük aksiliğe izin vermiyor, konağı koruyabildikleri dikkat ve beceride koruyorlardı. Konak hizmetçileri için bile gün daha bitmemişti. Bu hareketliliğin bir sebebi vardı. Her zamanki aylık teftiş. Hae Bin’in hem en çok sevdiği hem de en nefret ettiği görevdi. Hem çok kazanır hem de çok kaybederdi bu tür gecelerde. Belli başlı yerleri teftiş eder, gizli anlaşmalar yapardı. İş konusunda bir nevi gecelerin kadınıydı. Pis işlerini gecenin karanlığında gizlemek, felaket seslerini baykuş iniltileriyle örtbas etmek her zamanki işiydi.

Geceleyin dikkat çekmemek için basit, normal kumaştan buz mavisi bir hanbok giydi. Altına da koyu mavi bir etek. Beyaz da ayakkabı. Kafasına sadece koyu yeşil bir binyeo taktı. Yüzünü biraz kamufle etmek için o yüzünü deşen pudralardan süründü. O makyaj malzemelerinden nefret ediyordu. Yüzünün hassaslığından dolayı deşiyordu. İçindeki siyanür yüzünü mahvediyordu. Aynayı eline aldı. Pudrasız yüzü ne kadar da çökmüştü. Dikkatli bakıldığında göz çevresinde kırışıklıklar beliriyordu.

Elleriyle yüzünü yokladı. Eskiden pamuk gibi olan cildi sertleşmiş, esnekliği kayboluyordu. Göz çukurları çökmüş, dudakları biraz uçuklamış, beyazlaşmıştı. Yanaklarının kırmızılığı hafif loş bir pembeye bırakmıştı. İnsanlar buna yaşlılık diyordu. Aynada yüzünü görmek onu kahretmişti. Otuzlu yaşlarda bir kadın için kaçınılmaz bir süreç içerisindeydi. Hemen pudrayı süründü. Biraz da allık derken ağır bir makyaj yapmıştı.

Hizmetçiler Odanın kapısını açtılar. Açılınca karşılaştıkları yüz ürkütücü ve soğuk bakıyordu. Kaşlarını çatmış, karşısına kim çıkarsa dövecek gibi bakıyorduku. Gözlerindeki öfke ve kin belirgin bir derecede okunuyordu. Hae Bin’in zulmü başlıyordu. Hae Bin’in çirkin yüzü tüm gece kol gezmeye hazırlanıyordu.

İki üç basamağı indi. Geniş koridordan ilerledi. Ana avluya çıktı. Sessizce büyük ana kapı açıldı. Seri ve sessiz adımlarla geceye ve korkuya meydan okuyarak uşaklarının yardımıyla kapıda bekleyen tahtravanına bindi. Tahtravanın perdesi hafif aralık bırakıcak şekilde örtüldü. Tahtravanın içinden dışarısını seyretmek hoşuna gider. Gecenin bu ilerleyen saatlerinde sokakları da gözlemlerdi.

Ardından karşısına da baş hizmetçisini oturttu. Yanından bir miktar gümüş para da vardı. Ne de olsa o bir yerde de şahsi serveti olan bir tüccardı. Tahtravan, gecenin karanlığında ilerleyeyek gözle görünmeyecek şekilde kayboldu. Gece, içinden çıkılamaz derecede soğuk ve ürkütücü olacka gibiydi. Bitmek bilmeyecek gece daha yeni başlıyordu...


Gecenin karanlığında dar ve tenha sokak aralarında tahtravanı ve üç beş muhafız eşliğinde olabildiğince sessiz ve dikkat çekmeden ilerliyordu. Genellikle bu saatlerde dışarıda olan insanlar tekin olmayan tipler olduğu için de fazla gocunması gerekmiyordu. Sokaklarda nerede ne zaman ne tür insanların geçtiğini iyi bilirdi. Ve yıllardır da pek şaşırdığı da söylenemezdi.

Gecenin gizemi ve kasvetini omuzlarında taşıyordu. Her ay belki de her gece aynı yükün ağırlığını omuzlarında taşımak, aynı korkuyu ve heyecanı kalbinin derinliklerine kadar hissetmek, aynı acıları defalarce tekrar tekrar yaşamak koymuyordu belki. Durumun ciddiyetini unutmuştu. Ya da fazlasıyla alışmıştı.

Diplomasi gereği ciğeri beş para etmez insanlarla aynı havayı solumak, aynı korkuları taşımaktı onu değiştiren. Onu zalimleştiren ve onun kalbini taşlaştıran. Gençliğindeki masum duygularından her yanından masumiyet akan tebessümden eser yoktu. Aynada gözlerinin içine bile bakamıyordu. Aynada gördüğü kişiyi tanıyamıyordu bile.

Dönülmez bir yolun içerisindeydi. Yavaş yavaş ilerliyor, tahtravanın perdesinin ucuyla insnaları yokluyordu. Kimisinin yüzünde eski masumiyetini kimisinin yüzünde açgözlülüğü, hırsı kısacası kötülüğü görüyordu. Ama değişmeyen gerçek şu ki geceler kötülerin zamanıdır. Tüm çirkinlikleri, sesleri iyi kötü her şeyi gece kara ya da eflatuna çalan bir örtü gibi örter. Tek umut yıldızların ve ayın ışığıdır karanlığın gizemi hakkında ipucu veren.

İnsanların yüzleri fazla belli olmamasına karşın kalplerinin iyiliği ve kötülüğü önsezileri zayıf olmayan bir kadının anlayabileceği tondaydı . Annesinin hissiyatlığını ve sağduyusunu almasındandı. İnsanlara dalıp gitmesi, onların saklı bir kutu görmesi. Öğrenmeye aç bir kadın oluşunun temeli buydu. Böyle yaparak ufkunu genişletiyor, gerçek dünyanın acılarına bir okadar yakın bir o kadar da uzak oluyordu. Başkasının acılarıyla kendi acılarını hafifletmekti yaptığı en basidiyle. Başkasının pisliğiyle kendi pisliğini örtme alçaklığıydı bazen bu.

Fazla dalıp gitmişti. Dar sokaklardan çıkmıştı. Yollar genişlemişti. Bu Hae Bin’i biraz ferahlattı. Bu ferahlık onu yarı uyuyan halinden uyandırmıştı. Perdenin kenarından etrafı yokladı.Han’a az kalmıştı. Saçını başını düzeltti. Etrafı yokladı.Gayet soğukkanlı ve tok bir sesle Muhafızlara;


-Ne kadar kaldı ? Dedi. Gecenin sessizliğine iki dudağının arasından çıkan üç kelimeyle meydan okumuştu. Öyle bir andı ki bu sessiz bir ortamda dudakları birbirine yapışmıştı insanın. O ana kadar konuşmak zor gelen insanlar artık rahatça konuşabilirdi. Bu bir nevi bir izin belgesi niteliğindeydi. Sol kenarda duran muhafız Hae Bin’e;

-Az kaldı hanımım. Yan sokakta. Hae Bin’in duyduğu orta sesteki erkek sesi her şeyin olağan ve güzel gittiğine kanıttı. Bu da diken üstündeki ruhunu rahatlatmıştı. Biraz sonra kazasız belasız hana girecek olmak düşüncesi bile güzeldi. Saliseler ilerledikçe daha da keyifleniyordu. Ama asla aklının bir köşesinden de çıkarmıyordu belirsiz bir yolda üç beş bedenle tek başına yol aldığını, yürüdüğü yoldaki kaslı erkek bedenlerinin ruhsuzluğunu..


Hanın önüne gelmişti. Muhafızlar tahtravanın perdesini açtılar. Hae Bin’in sağ elinden tutarak inmesine yardımcı oldular. İlk olarak her zaman yaptığı gibi sağından başlayarak etrafını yokladı.Gizli işleri olsun bilmediği yerlerde olsu kendisini güvende hissetmek biraz da kendisini kandırmak için ilk iş olarak bunu yapardı. Bu yaptığı kendisini avutmak ve güvende hissetmek için yaptığı basit bir telkin metoduydu.

Ciddi bir yüz, soğukkanlı bir ifade, aşırı derecede gergin hızlı adımlar ile hanın arka kapısından odalardan birine girdi. Her şey şimdi başlıyordu. Hae Bin’i maceraya sürükleyen, gergin bir gece yaşamasına sebep olan asıl olayın başlangıcı. Küçük çaplı bir felaketin başlangıcının start çizgisinin kesildiği noktadaydı.


Bu gece bu handa Hintli bir tüccardan birkaç değerli kitap satın alacaktı. Yaklaşık bir ufak sandık gümüş ya da daha az bir meblayla işini kurtarmaya çalışıcaktı. Ve kitaplarla işi bittikten sonra iyi bir fiyata okutup biraz da kar edecekti. Bilgi güçtür. Bilgi paradır. Diyen insanlardan biriydi. Kısa sürede yükselmesini bu düşüncesine borçluydu. Bu tür kitaplarla yaşadığı coğrafyanın ilerisine doğru yol almış. Yaşadığı bölgeye uyum sağlayan değil yön veren bir isim olmayı bilmişti.

Erken gelmişti. Bu ticarette altın bir kuraldı. Yabancı bir tüccardan bir mal alınacaksa buluşma yerine daima erken gelmelidir. Geç gelen bir alıcı para kaybetmiş demektir. İyi bir tüccar zamanla da iyi oynamalıdır. Hae Bin’in yaşadığı devirde zengin olmak için ticaretle uğraşmak mecburi bir durumdu. Hae Bin malını arttırmada bu yolu seçmişti. Aynı zamanda ticareti bir sanat olarak görürdü. Bu da Hae Bin’i başarılı kılmaktaydı.

Tüm masa Geleneksel Joseon yemekleriyle donatıldı. En kaliteli şaraplar, en kaliteli malzemelerden en iyi aşçılar tarafından yapılmış yemekler, ve geleneksel müzik. Bu da herkesçe bilinen bir püf noktaydı. Ama Hae Bin bunlara ek olarak Hintli Tüccarı da araştırtmıştı. Bu adamla birkaç kez ticaret yapmıştı. Az buçuk muhabettini, huyunu suyunu bilirdi. Bu da Tüccarı avantajlı kılan ileri bir adımdı.

Bir mühdet sonra tüccar geldi. .Joseon adetlerine göre selamlaşıldı. Karşılıklı oturdular. Hae Bin Tüccarın yüzüne baktı. Yüzüne bakarak ruh halini tahmin ederdi. Adamın ruh haline göre davranacaktı. Göz temasını üzerinden kaybetmiyordu. En küçük bir göz kaçırma güvensizlik işaretiydi. Ve Hae Bin’in tüccar üzerindeki etkisini zayıflatırdı. Adamnın keyifli olması, açgözlülüğünün zirvede olduğunu görmek .Hae Bin’in dudağının kenarında sinsi bir tebessüm oluşturdu. Ve sahte bir o kadar da içten gözüken bir tebessümle tüm mimiklerini kullanarak;


-Sizi tekrar burada görmek beni çok mutlu etti Bay Ramon!
Diye başladı. Fazla lafı uzatmak istemiyordu çok işi vardı. Daha az para bir iki kisaeng ile tüccarı ağırlıyıp hemen gitmek istiyordu. Yüzündeki tebessümü bıraktı. Ciddi bir ifadeye büründü. Sağ el işaretiyle hizmetçiyi yanına sandıktaki gümüş paralar kenara kondu. Bunu gören bay Ramon da bohçaya sarılmış kitapları kenara koydu. Hae Bin biraz düşük teklif verdi.

-Elinizdeki kitaplara 250 gümüş veriyorum. Dedi. Fiyat iyi sayılırdı. Ama kitapları en az 700 gümüşe okutabilirdi. Bay Ramon yüzünü ekşitti. Teklifi az bulmuştu. Hae Bin’e soğuk ve sert bir bakış attı. Kaşları yarım da olsa çatıktı. Hae Bin’e aynı ciddilikte ve soğukluktaki ses tonuyla

- 400 Gümüş istiyorum Bayan Choi! Dedi. Hae Bin fazla bulmuştu. Daha ucuz br fiyata almalıydı. Hemen kafasından şimşekler çaktı. Unuttuğu şeyler aklına geldi. Bir anlık işine odaklanmış, asıl püf noktalardan birini unutmuştu. Karşısındaki bir erkekti. Bir erkeğin zayıf noktalarından biri güzel kadınlardı. Hazır insanı tahrik eden, mayıştıran ve rahatlatan müzikten de faydalanmıştı. Hemen sahte fakat sıcakkanlı gözüken bir gülümsemeyle;

-Efendim. Yol yorgusunuzdur. Çok yorulmuş olmalısınız. Sizinle 300 Gümüşe anlaşılım. Solundaki kızları sol eliyle işaret ederek müzir bir gülümsemeyle;

-Hem kızlarımız size yorgunluğunuzu unutturacaktır. Dedi. Bay Ramon’un ağzı sulanmıştı. Günlerdir eli bir kadın eline değmiyordu. O keyfine düşkün bir erkekti. Ve de ihtiyaçları vardı. Hae Bin de bu zaafını iyi kullanmıştı. Gümüşleri uzattı. Kitapları aldı. Gitmek üzereyken arka kapıdan birkaç polis Hae Bin ve Bay Ramon’un görüşme odalarının kapısını kırdılar ve içeri girdiler. Sanki bu sevkiyatı biliyorlarmış gibi baskın yapmışlardı. Hae Bin böyle bir manzarayla ilk defa yakalanmıyordu. Ama bu sefer gafil avlanmıştı. Karakola rüşvet vermeyi unutmuştu bu ay En öndeki polis kitaplara ve gümüşe baktı. Ardından da Önce Hae Bin’e Ve sonra da Hintli Tüccara.

-Tutuklayın herkezi!Diye bağırdı sert ve soğukkanlı bir ses tonuyla. Hae Bin o an hiç bir şey diyemedi. Daha ne olduğunu anlamadan olayın şaşkınlığı içerisinde iki polisin çekiştirmesiyle hanın arka kapısıandan dışarı çıktılar. Muhafızları da tutuklanmıştı. Hepsinin yüzüne baktı o kısacık anda. Ama muhpiri fark edemedi. Çünkü hiç biri gözünü Hae Bin’den kaçırmamış, Üzgünüm der gibi bakmamıştı. Bu sefer yaş tahtaya basmanın ve ihmalkarlığın cezası ağır olacak gibi gözüküyordu.
[b]Hae Bin çok müşkül durumdaydı. Az önce keyiften dört köşeydi. Şimdiyse iki polisin kolları arasında polis karakoluna doğru götürülüyordu. Gece olması ve ilerleyen saatlerde yakaalnmış olması hem bir avantaj hem de bir dezavantajdı. Fazla insana gözükmeyecketi. Kendisini bu kılıkta ve bu makyajda tanınması çok zordu. Başını da öne eğip yürüyordu.

Gece uzun ve gerilimli olmaya başlamıştı. Satranç tahtası üzerinde mat olmakla burun buruna gelmişti. Bunun da bir çözümü olmalıydı. Ama ne? Kahrolası kurnaz kafası çalışmıyordu. Aşırı derecede öfkelenmişti. Biraz da üşüyordu. Elleri ve ayakları buz kesmiş gibi soğuktu. Alnından terler akıordu. Bünyesi biraz zayıftı o aralar. Hasta olmaması içten bile değildi.

Sokaklarda fazla insan olmaması ve ara sokaklardan gelinmşti karakola. Bu Hae Bin için iyi olmuştu. Ama şu an bunun farkında bile değildi. Karakola girince elleri ve ayaklarının bağı çözüldü zor yürüyordu. Polisler tutmasa yere bile yığılabilirdi. Göz kapakları şişmeye başladı. Elleri ve ayakları titriyordu. Bu karakola birkaç kez uğramasına karşın bu kadar çok içlerini bilmiyordu.

Polis Karakol şefinin odasına getirdiler. Hae Bin nereye geldiğini bilmiyordu. Gecenin ilerleyen saatinde başı öne eğik yarı bilinci kapalı yarı açık, ölüler dünyası ile yaşama arasındaki ince çizginin sınırında kalmış bir acuzeden farksızdı. İçler acısıydı. Birkaç saat önce nerede ve ne konumdaydı? Şimdi nasıl bir konumda. Yüzün hafifçe kaldırdı. Solundaki polis;


-Şefim! Bu kadını Bayan Seong’un Hanı’nda Hinti bir tüccar ile yasak kitap alışverişi yaparken yakaladık. Bunu duyunca başını biraz kaldırdı. Karşısında gördüğü sima tanıdıktı. Ama Yeni Polis şefini nereden tanıyordu? Fazla da dikkatli bakamamıştı. Polis Şefi. Sert ve kindar bir şekilde Hae Bin’e yüzüne baktı. Yüzünü görmediği ive biraz uzağında olduğu için tanıyamamıştı. Polislere;

-Tamam. Suçluyu bana yaklaştırın ve kenara çekilin. Hae Bin yerde sürüklenircesine Polis Karakol şefinin önüne oturdu. Hae Bin bu sesi tanımıştı. Yu Sahn’ın kuzeni Yu Jeong’du. Başını hafifçe kaldırdı. Aradan yıllar geçmişti. Hem biraz da yaşlanmıştı. Kendisinden hala hoşlanıyor, Hae Bin’i yatağa atmaya çalışıyor olamayacağını düşünüyordu. Biraz pahalıya patlasa bile buradan kurtulabiliceğini düşünüyordu. Hae Bin’in yüzüne gören Jeong Polislere;

-Siz dışarı çıkın. Bu zavallı kadını ben sorguya çekeceğim dedi. Bu son cümleyi üzerine basarak söyledi. Buradaki imayı sezimlemişti Hae Bin sesini çıkarmadı. Ona laf yetiştirecek durumda değildi. Şu an tek yapması gereken huyuna ve suyuna gitmekti. Polisler dışarı çıktı. Hae Bin utancından yerin dibine batmıştı. Değil konuşacak, Jeong’un yüzüne bile bakamıyordu. Ama gözünün ucuyla baktığında fazla değişmemişti. Jeong söze girdi.

- Uzun zaman oldu Hae Bin! Seni burada karşımda görünce hele de bu konumda görünce çok şaşırdım. Hae Bin normal zmanda olsa ağzının payını verirdi. Jeong’un bu durumdan istifade etmesine seyirci kalmasına göz yummaktan başka yolu yoktu. Hae Bin de kesik bir ses tonuyla uzun süredir hiç olmadığı pısırıklıkta son kalan gücünü de toplayarak;

-Evet Buradayım. Ne kadar para istiyorsun? Jeong, bunu duyunca alaycı bir şekilde yüzü gülümsedi. Hae Bin’i unutamamıştı. Jeong gibi adamlar istediğini alıncaya kadar vazgeçmezdi. İstediği şeylere tutkuyla sarılır, elde etmek için her yolu mübah sayacak zalimlikte gözü kara olurlardı. Hae Bin’e;

-Para istemiyorum. Dedi. Hae Bin’in yüzü gülümsedi. O an bir kudret geldi üzerine. Yüzünde tebessüm oluştu. Sevincinden yerini dibine geçtiğini bile unutmuştu. Başını kaldırıp Jeong’un gözününün içine baktı. Yüz ifadesini beğenmemişti. Jeong’a ;

-Peki. Teşekkür Ederim. Bu iyiliğini karşılıksız bırakmayacağım. Dedi. Yarım reverans vererek arkasını döndü. O an Jeong iki büyük adım atıp Hae Bin’i durdurdu. Kulağına fısıldyan bir ses tonuyla;

-Sadece bir gece bile olsa yatağımı senle paylaşmak istiyorum. Bunu duyar duymaz Hae Bin hiç olmadığı kadar şok olmuştu. O artık Otuzlu yaşlardaydı. Bu durum bir yandan kadınlık gururunu okşuyor diğer yandan da kendisinden ve Jeong’dan nefret ermesini sağlıyordu. Kalbin de hala Ölmüş Sahn’ın sevgisi vardı. Bunu söküp atamamıştı yıllardır. Hem bu Hae Bin için imkansızdı. O hiç evlenmemiş bir bakireydi. Jeong’a döndü yüzünü sert ve sinirli bir yüzle Jeong’a baktı. Öfkesinin verdiği güçle Jeong’a sağ eliyle onun Sağ yanağına okkalı bir tokat attı. Ve bunu yapmanın verdiği pişmanlıktan ve şaşkınlıktan geri geri iki adım attı. Jeong’a;

-Sen ne dediğinin farkında mısın? Kalbimde hala Kuzenin Sahn’ın sevgisini taşırken bunu yapmamı bekliyemezsin benden. Hem ben yaşlandım. Eskisi kadar genç ve güzel değilim. Dedi. Son cümesini çok çaresiz söylemişti.Jeong’un gözlerinin içine yalvarırcasına bakıyordu. Jeong, Hae Bin’e yaklaştı. İki elini tutup Hae Bin’in gözleriin içine bakmaya devam ederek;

-Kendine haksızlık ediyorsun. Sen hala güzelsin ve beni kendine çekiyorsun. Hae Bin bunu duyunca şeytani yanı çok sevinmişti. Kendisinde iş bitmediğini bilmek güzle geliyordu. Ama hala kalbi Sahn’daydı. Bunu yapamazdı. Bu ahlaksız teklifi kabul etme ihtimali bile yoktu. Jeong ‘un ellerini bıraktı. Bir adım geri çekildi. Sırtını Jeong’a ters çevirdi.

-O günlerde anlamamazlıktan geldim. Sahn, seni kardeşi gibi severdi. Sahn’a ihanet etme. Onun hatrına ne olur vazgeç bu sevdadan. Beni unut. Ben bu geceyi yaşanmamış sayar unuturum. Sen de kendi yolunda devam et. Der. Bir an bir boşluk, bir sessizlik oluşur. İyice kuduran Jeong kendisini Hae Bin’ine arkadan sarılmış bir vaziyette bulur. Hae Bin tüm gücüyle Jeong’u üzerinden atar ve ikisi de yere düşer. Hae Bin yerde biraz süründükten sonra öfkeden kudurur. Hae Bin’e kaşlarını çatarak kızgın bir yüz ifadesiyle bakar.Polislere;

-Bu kadını bu gecelik zindana kapatın. Sorgulamasına yarın devam edeceğim. Diyip gönderir. Aynı iki polis Hae Bin’in kolundan tutup aşağıya zindnalara doğru götürür. Hae in de çaresizce kaderine razı olur. En aşağı kata zindanların oraya iner. Ve gecenin son saatlerini o soğuk zindan köşelerinde taş zemin üzerinde oturarak geçirir.

Sabaha doğru bir mucize olmuştur Aynı polisler zindanın kapısını açarak;


-Serbesttiniz! Gidebilirsiniz. Dedi .Hae Bin biraz şaşırdı. Hiç sesini çıkarmadan kimseciklere gözükmeden oradan ayrıldı. Aslında merak da ediyordu. Kendisini kim kurtardı diye? Ama önceliği oradan kaçıp kurtulmaktı.

Kendisini sabahın ilk hareketliliğiyle sokakta bulmuştu. Hala şaşkındı? Kimdi? Hae Bin’i zindandan kurtaran kimdi? Paranoya olacak derecede kafasını kurcalamıştı. İçinden gelen merağı ve endişeyi bir türlü bastıramıyordu. İçinde büyüyen bir çığdan farksızdı. Yavaş yavaş tüm bedenini ele geçiriyordu merağı. İçinde hala korku vardı. Hissettiği duygu kılıcın keskin üzünü boğazında hissetmekten farksızdı. Şüphesi, korkusu, paraanoyası, merağı hepsi ama hepsi sınırları zorluyordu.

Kendini kaybetmişti. Neredeydi? Kimdi? Neyin nesi neyin fesi olduğunu bile unutmuşt o an. Dalgınca kendisini çarşının kalabalığına attı. Çarşıda olduğunun farkında bile değildi. Tezgahları, dükkanları en önemlisi de yüzüne bile bakmadığı insanları teker teker geçiyordu. Yüzündeki akmış makyajdan ve alık ifadeden başka dikkat çeken hiç bir özelliği yoktu.

Olayın ciddiyetinin verdiği şoku hala atlatamamıştı. İdam cezasının kenarından dönen bir kürek mahkumunun ne hissettiğni artık çok iyi biliyordu. Kendiside aynısı olmsa da aynı yola çıkan, aynı korkuyu taşımıştı. Belki bu Hae Bin için bir dersti? Belki neler kaybettiğini, neleri kazandığını sandığını anlamasında olayları bir kez daha zihninde tartmasında yardımcı olacaktı. Dibi boylayan manevi çöküşünü gözler önüne süren yaşamının farkında olmalıydı.

Saf saf yürürken hızla koşan bir adamın kendisine çarpmasıyla yarı uykulu halinden uyandı. Akapunktur iğnesi yemiş gibi olmuştu. Caddenin o kısmı günün bu saatinde ne kadar da kalabalıktı. Hae Bin bu kalabalığın içinde kaybolup gitmişti. Adamın arkasından karga esini andıran çığırtkan bir kadın sesi duyuldu.


-Yakalayın şu adamı! Hırsıız vaar! İmmdaat! Bu dikkat çekici sese çevirdi yüzünü. Koşa koşa gelen yaklaşıl ellili yaşlarda minyon tipli bir kadın gördü. Bu sesin bu kadından çıktığına şaşırmıştı doğrusu. Halktan çok kopuktu. Bu ve buna benzer olaylar sık sık bu işlek caddede gerçekleşirdi. Ama Hae Bin buna dikakt bile etmemişti o ana kadar. O sadece içindeki büyük boşluğu güç ve parayla örtmekle uğraşıyordu. Aslında içinndeki anlamsız boşluğu dolduracak o kadar çok iyi meşgaleler vardı ki... Ama Hae Bin’in kaderi kötüde olandı.

Yapacağı hiç birşey olmadığını fark etti. Hemen konakların olduğu sapağa girdi. Konağına doğru hızlı adımlarla yol aldı. Saraya geç kaldığını hatırlamıştı çünkü. Alalelacele konağını önüne geldiğinde o büyük ve heybetli konağa baktı. Kapının önündeki muhafızlar , koanğın heybeti, ” ben buradayım “diyen zenginliği. Herşey ama sahip olduğu her şeyi avuçlarından gidebilirdi. Ama bu umrunda bile değildi. Değil ucuz kurtulduğuna şükredeceğine, kaderine isyan ediyordu hala. Gözü hiç bir zaman doymak bilemyecekti malesef.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sheila Tolls
Hogwarts V. Sınıf
Hogwarts V. Sınıf
Sheila Tolls


Mesaj Sayısı : 74
Gerçek İsim : Yine Yağmur
Sihirsel Soy : Pureblood
En Belirgin Özellik : Ukala.
Rpg Puanı :
Ophelia Silver Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Ophelia Silver Right_bar_bleue
Düello Gücü :
Ophelia Silver Left_bar_bleue50 / 10050 / 100Ophelia Silver Right_bar_bleue

Ophelia Silver Empty
MesajKonu: Geri: Ophelia Silver   Ophelia Silver Icon_minitimePerş. Eyl. 08, 2011 12:30 pm

Betimleme: 30 / 22
Renk ve Paragraf Düzeni: 10 / 2
Uzunluk: 5 / 5
İmla Düzeni: 10 / 7
Anlatım: 30 / 22
Kurgu: 15 / 10

Toplam:68
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ophelia Silver
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Manon Ophelia
» Manon Ophelia Melenia

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Karakter İşlemleri :: Puan Belirleme-
Buraya geçin: