Huzru ne uğursuz yağmur damlalarında arıyordu Lethe, ne de yapmacık insanlarda. Haftalardır alışamadığı Hogwarts; ona,kıskançlıkla onu süzen gözler ve dedikoduların haricinde öyle bir lütuf bahşetmişti ki, geriye kalan hiç bir şey önemli değildi onun için. Kitaplar, daralmış ruhunu, ikinci vaftizi gibi yıkayacak, İsa'ya duyduğu bağlılıkla hızla atan kalbini sonu gelmeyecek bir yolculuğa çıkarıp, dahilik sınırını çoktan aşmış, hiç durmayan zihnini rahatlatacaktı. Kitaplar, güvenebileceği tek şey olan, kendi benliğine götürecekti Lethe'yi.
Ravenclaw ortak masasından, kimseye ses etmeden kalkmayı başardığını zannederek, hızlı hızlı çıkışa yürüdü sarışın cadı. Gökkubede, onu asaletle selamlayan yıldızlara karşılık vermeden, olabildiğince az ilgi çekmeye çalışarak masaların arasından süzülürken, istediğini yapamamış, ona dönen bir kaç çift gözü engelleyememişti. Gözlerini yere dikip başını eğmeseydi, onu süzen mavilikleri, yeşilleri ve kahveleri görüp kızaracaktı büyük ihtimalle. Hufflepuff masasının kenarından geçtiğinde kulağına çalınan kelimeler boğazına oturan yumruyu büyüttü biraz daha. "Nereden geldi ki bu kız? Tanrım! Sadece on üç yaşında!" diyordu beşinci sınıftan, yüzü küçük sivilcelerle kaplı bir kız. Yanındaki kıvırcık saçlı arkadaşı ona katıldığını gösterip başını salladı: "Yunan Tanrıçalarından farkı yok. Duydum ki Robert..." Lethe konuşmanın geri kalanını dinlemedi, kendini büyük, işlemeli ahşap kapıdan dışarı attı. İstemiyordu burada olmayı. Beauxbatons'u özlüyordu delice. Kendini ait hissetmişti oraya iki yılda. Mavi cübbesinin kaygan kumaşına dokunmak, damarlarında asil kan dolaşan cadı ve büyücülerle ufak ve utangaç sohbetler yapmak, Profesörlerin göz bebeği olmak... Hogwarts, onun için bir cehennemden farksızdı. Dört hafta olmuştu olmasına buraya geleli lakin tek kişiyle konuşmamış, ona gülümseyen bir kaç kişiden, dört nala kaçmıştı. Aldığı ufak iltifatlar hoşnutlukla kızartmıyordu çillerle bezenmiş yüzünü. Oradan buradan kulağına gelen fısıltılar ise içten içe onu kızdırsa da, sabrediyordu Lethe; zamanı geldiğinde yapacaklarını düşünerek.
Adımları, kontrolünde olmadan onu dördüncü kata, kütüphaneye çıkardığında, cayır cayır yanan yüreğine biraz su serpiştirilmiş gibi oldu. Rowena'nın ona yüzyıllar öncesinden gönderdiği hediyesine ulaşmak için ahşap kapıyı iteledi ve buram buram parşömen ve toz kokan loş salona adımını attı. Gideceği yeri biliyordu. Soldan beşinci bölmeye daldı ve hızla T kısmına yürüdü. Tanrıçalar'la Dans Etmek: Bale pabuçlarını giy! adlı kitaba uzandı: Hayır bunu istemiyordu. Adımları koşacak kadar hızlandı ve kendini onuncu bölmedeki A kısmına atana kadar durmadı. Uzun, beyaz parmaklarını kitapların üstünde hızla gezdirdi ve Asillik: Kanın mucizesi! Zümrüt rengi gözleri istediği kitabı bulmanın heyecanıyla kısıldığında görüş alanına giren buğday rengi tene hayretle baktı. El, kendi elinin üstüne inatla yerleşti. Lethe'nin sıcacık vücudu, bu soğuklukla aniden pürüzleşti ve bakışları, elin sahibini buldu. Gözleri onunla aynı renkteki pejmürde görünümlü cübbenin üstünde dolaştı, yılanlı armaya takıldı. Yukarı çıktı ve uzun, buğday boyunda gezindi. Dolgun dudakları tarayan bakışları, düzgün burnu aştı ve sisli gözlere ulaştı. Dudaklarının hafifçe aralandığını fark edemedi Lethe, delici bakışlarını çocuktan uzaklaştırmaya çalışırken.