“Ver şunu bana.”
Tam dumanını içime çekmek üzereyken sigarayı elimden kapan Andrew’a soğuk bir bakış attım. O akşam bana yaptığı yüzüncü kaba davranış falandı ve daha kötüsü bunların kendisini seksi gösterdiğini sanıyordu. Aptal.
Bir Muggle olan babamla birlikte oturduğum villanın bodrum katı, yani en rahat yerindeydik. Bu kat geniş bir salon ve banyo olmak üzere iki odadan oluşuyordu. Salonun bir kenarı neredeyse tamamen camdandı ve evin bahçesine açılıyordu. (Ev eğimli bir arazide olduğu için bir tarafı toprağa gömülüyken diğer tarafından dışarı çıkılabiliyordu.) Andrew denen beyinsizle camın paralelinde duran hardal rengi koltuğa oturmuştuk. Ne yanımızda duran akvaryumdaki kırmızı, pörtlek gözlü balıklar, ne de önümüzdeki antika bilardo masası onun dikkatini dağıtmama yetiyordu.
Aslında düzgün bir çocuktu. Kasıtlı olarak dağınık tuttuğunu fark ettiğim koyu kahverengi saçları, iri ela gözleri vardı. Vücut çalıştırdığını belli eden dar, beyaz bir polo giymişti – ve kot pantolonu muhtemelen markaydı. Onu yanağından öptüğünüzde dudaklarınıza batıp, burnunuzu gıdıklayacak sakalları vardı; bu da çocuksu yüz hatlarını gizleyip onun üniversiteli olduğunu belli eden yegâne şeydi. Bu kadar antipatik olmasaydı beni biraz olsun etkileyebilirdi belki, diye düşündüm ve bununla birlikte günlerdir aklımı kurcalayan diğer moral bozucu düşünceler beynime akın etti. Belki de Andrew antipatik değildi, ben ona antipati duyuyordum – erkek olduğu için! Ah, Andrew’dan, ve diğer erkeklerden, hoşlanabilmek için neler vermezdim. Oysa, o an ona karşı hissettiğim şey kesinlikle hoş değildi.
Andrew daha bir nefes bile çekilmemiş sigarayı sigara tablasında söndürdü ve koltukta bana yakınlaşmaya başladı. Tanrım, buna hazır değildim!
Hemen ayağa fırladım ve eski bilardo masasının yanına gittim. Korkumun yüzüme vurmamış olmasını dileyerek gülümsedim. Bu sırada elimi yavaşça o gün özellikle giydiğim kısacık şortumun cebine yaklaştırıyordum, asam oradaydı. Doğaçlama yaparak “Bilardo oynayalım mı?” diye sordum. Fantezimin Andrew’in hoşuna gitmesini umuyordum, çünkü o an başka bir fikir üretemeyecek kadar gerilmiştim. Neyse ki, o seksi (!) gülümsemesini sergileyen Andrew “Tabii canım.” diyerek ayaklandı. Bir bilardo sopası almak için eğilirken kuzenime verdiğim sözü tutamadığım için kendimi çok kötü hissettim. Ona bir erkekle kendi isteğimle öpüşeceğime söz vermiştim. Kendi cinsiyetime olan ilgimi yok etmek için elimden geleni yapacağıma da… Ama yapamıyordum işte.
“Hh!” Andrew’ın ellerini kalçalarımda hissettiğimde refleks olarak asamı çektim ve “Levicorpus!” diye bağırdım. Bir anda görünmez bir iple havaya asılan Andrew’ın resmen ödü patlamıştı. Eh, o gece beni gerçekten güldüren tek şey de buydu. Ona doğru iki adım alıp tokadı yapıştırdığımda iyice aptallaşan bakışları, asamı hafifçe sallayıp geçen sene öğrendiğim unutturma büyüsünü yaptığımda tamamen boşaldı. Rahat bir nefes verdim ve kendimi az önce Andrew'ın beni öpmek üzere olduğu koltuğa attım.
O akşam sözümü tutamasam da, bütün bunları atlatabildiğim için çok rahatlamıştım. Bitmişti işte…