Xanthé Chamberlain Muggle'sınız lütfen rütbenizi bir an önce belirleyiniz.
Mesaj Sayısı : 40 Gerçek İsim : Sıla. Sihirsel Soy : Safkan En Belirgin Özellik : belirgin olmayan özellikleri. Rpg Puanı : Düello Gücü :
| Konu: K. Xiojia. Çarş. Şub. 02, 2011 11:51 am | |
| Ölümümün nasıl olacağını hiç düşünmemiştim. Ya da kimler tarafından öldürüleceğimi. Acı çekip çekmeyeceğimi veya ne amaçla öldürüleceğimi düşünme gereği bile hissetmemiştim. Belki dışarıdan tozpembe gibi görünen hayatımda kendimi avutmakla o kadar meşguldüm ki bu acı gerçeği anlayamamıştım. Belki de kendi masalımın başkahramanı olmaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki ölüm sadece dört harflik bir kelimeden ibaretti. Ama şimdi bu taş sokakta sessiz adımlarla ilerken ölümü düşünüyorum. Çünkü artık ölüme doğru yürüdüğümü biliyorum. Çünkü artık ölümün bana hissettirdiği şeylerin, içimde uyandırdığı duyguların varlığını işitebiliyorum. Sanırım benim ölümüm öyle filmlerdeki gibi kahramanca birölüm olmayacak. Çok sevdiği arkadaşlarını kurtarırken ölen yürekli bir dost,ailesi uğruna canını feda eden iyi bir evlat ya da tarafı uğruna ölen cesur birnefer olamayacağım. Sadece ahmaklığının kurbanı bir kız olarak ölüp gideceğim.Belki çevredekiler tarafından iki üç gün adım anılacak ve sonra… Unutulacağım… Aslında olay şu ki bundan birkaç ay önce ben zaten ölmüştüm.Bedensel bir ölüm olmasa bile artık ruhumun yaşamadığına emindim. Bu boş boş etrafa bakan gözler, solgun teniyle “ölüme gidiyorum” diye bas bas bağıran yüz,bedeni taşımaktan yorulmuş ayaklar kısacası bütün bedenim ruhumdan arta kalan bir terekeydi ve şu anda bu sahipsiz beden ölüme doğru yürüyordu.
Yağmur çiseliyordu ve saçlarımdaki hafif nemi hissedebiliyordum. Rüzgârın keskin soğuğunun yanaklarımda oluşturduğu sıcaklığı hissedebiliyordum. Aslında hala bir şeyler hissedebildiğime seviniyordum. Sokağın sonuna yaklaştığımda tam da tahmin ettiğim gibi derme çatma olan kulübenin yanına gelmiştim. Tam bir harabeydi burası. Doğrusunu söylemek gerekirse ölümüm için güzel bir yer seçmişlerdi. Bunları düşünürken yanaklarımda bir tebessüm oluştuğunu fark ettim. Ölüm bu kadar kolaydı işte. Sonra elim kapının eski tokmağına yöneldi. Kapı gıcırdayarak açıldı ve içerideki kasvetli ortam belirmeye başladı. İçeriye doğru adım attığımda kulübede kimseyigöremiyordum. Kapının tam karşısında bir masa ve etrafında altı yedi tanesandalye vardı ve bunlar da en az bu ev kadar eskiydiler. Masanın yanında eski püskü bir koltuk duruyordu. Sanırım zamanında koyu kırmızı bir rengi vardı ama artık tozdan rengi bile seçilemiyordu. Sonra birkaç lamba, yerlere atılmış gazeteler ve koltuğun yanında duran bir sehpa. Ev bunlardan ibaretti. Masanın yanına doğru ilerlerken gelen sesle irkildim, -Larien? Sarı kıvırcık saçlarıyla, simsiyah gözleriyle tam karşımdaydı James. Doğrusu çok benim çok şaşırdığım söylenemezdi ama onun şaşkınlığı her halinden belli oluyordu. Üstü başı toz içindeydi ve pelerini yırtıklarla doluydu. Yorgun bir ifadesi vardı. -Larien, neden geldin? Merak ediyordu ama anlayamıyordu. Bense sadece gözlerinebakmakla meşguldüm. Gözlerini özlemiştim. Sadece bakmak istiyordum. Tek kelime bile etmek istemiyordum. O ise açıklama bekliyordu. Ölümümden önce görmeyi istediğim tek şey gözleriydi. Bana yaptıklarından sonra bile tek istediğim buydu işte. Artık o da sormuyordu. O da sadece bakıyordu, sorularının cevabını bakışlarımda bulmaya çalışıyordu. Cevap vermem lazımdı ama bu sessizliği de bozmak istemiyordum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Gözlerimdeki çaresizlikten neden geldiğimi anlıyor gibiydi. Bana doğru yaklaştı.-Öldürecekler seni Larien, biliyorsun değil mi?–Biliyorum.-Neden geldinLarien? Neden bana bunu yapıyorsun? Öldürecekler seni.-Ne önemi var James? Ne zamandır beni önemsiyorsun?-Larien, yalvarıyorum git. Öldürecekler seni diyorum.Gerçekten yalvarıyordu. Gözleri dolmuştu. İlk defa James’ i bu kadar çaresiz görüyordum. İlk defa bu kadar savunmasızdı. İlk defa yalvarıyordu. O kendinden emin duruşundan eser kalmamıştı. Cesaretimi toplayıpkonuşmaya başladım.-Ben zaten öldüm James. Beni sen öldürdün. İki ay önce.Hatırlasana. Hani Kuğulu Göl’ de beni tek başıma bıraktığında.Beni kandırdığınısöylediğinde, hatırladın mı James? Çok zaman olmadı sanki. Madem beni bu kadar önemsiyordun, neden yaptın bunu?Gözlerimden akan bir iki damla yaş çaresizliğimi gösteriyordu ve bundan nefret ediyordum. Acımasını istemiyordum ama sanırım ikimizde acınacak haldeydik. Ne o eskisi gibi ihtişamlı duruşuyla herkesi etkileyecek durumdaydı ne de ben mavi gözlerimle etrafa mutluluk saçacak haldeydim. Gözlerinden yaşların süzüldüğünü fark ettim. Ağlıyordu. Titreyen sesiyle konuşmaya başladı.-Ben… Ben… Özür dilerim ama… Larien ben böyle olsunistemedim. İnan bana… Ben… Sadece seni… Bu kadar çok seveceğimi… Tahmin edememiştim. Bize ne olacağını düşünememiştim. Karşında bu durumda olmayı ister miydim? Buraya gelerek beni kurtardığını düşünüyorsun. Yanılıyorsun Larien.-Hayır yanılmıyorum! Buraya gelecekler, beni öldürecekler vesen o muhteşem(!) özgürlüğüne kavuşacaksın! Bu istemiyor muydun zaten?-Evet, istiyordum. Ama şimdi istediğim tek şey var o dasensin. Seni seviyorum Larien. Benim sana olan duygularımın hepsi gerçekti.Seni kandırmak istememiştim ama beni zorladılar. Bütün ailemi öldürdüler. Beni de öldüreceklerdi. Özgürlüğüme kavuşmam için sana yakın olmam lazımdı. Sana ve ailene yakın olduğum zaman Aydınlık Taraf’ın önemli bir kuruluna yakın olmuş olabileceğimi ve bilgileri elde edebileceğimi düşündüler. Ama sana âşık olacağımı hesaba katmadılar. Bunu fark ettiklerinde ise bu saçma sapan kulübeye seni çağırmamı istediler. Buraya gelecektin ve ölümünü hiçbir şey yapmadan izleyecektim. Bunu yapamazdım. Buraya gelmemen lazımdı. Bundan dolayı aniden ayrıldım senden. Nedenini bile söylemeden. Seni buraya ben çağırmayınca, onlar çağırdılar. Seni öldürmeye çağırdılar. İkimizi de öldüreceklerdi ve anlıyorum ki sana ölümün karşılığında benim özgürlüğümü vereceklerini söylediler. Beni zaten öldüreceklerdi Larien. Sen gelmeseydin de ölecektim.Artık çekinmiyordum ağlamaktan ama ne önemi vardı ki? Buraya kadar gelmiştim. Artık gidemezdim. James ile karşılaşmadan önce bu lanet olası eski kulübeye gelmemin tek sebebi vardı: James’ in yaşaması. Evet, kendimce onu kurtarmaya gelmiştim çünkü benim ölümümüm onun hayatını kurtaracağını düşünüyordum. Onu çok sevdiğimden yapmıyordum bunu. Aksine onun yaşayıp daha fazla acı çekmesi için, ruhun bedene küsmesinin acısını tatması için yapıyordum. Yaşadığı her saniye boyunca vicdan azabı çekmesi için yapıyordum. Ölüm kolaydı, yaşamak zordu. Konuştuktansonraysa artık düşüncelerimin değiştiğinin farkındaydım. Aslında konuşmak değil James’ in gözlerindeki çaresizlik, bakışlarındaki yalvarıştı fikrimideğiştiren. Artık tek düşündüğüm şey vardı: O’nu seviyordum. Dudaklarımdankelimelerin döküldüğünü hissettim,-Gidelim James, birlikte gidelim.–Birazdan gelecekler Larien. Nereye gideceğiz? Bulurlar bizi.-Ne fark eder? Burada kaldığımızda da ölmeyecek miyiz? Ölecektik, biliyordum ama insanın en zor anlarında aklının köşesinde saplanmış bir şekilde duran umut yine bir ışık yakıyordu bize. Belki bulamazlardı, belki yaşardık birlikte. James’ in yaklaştığını gördüm. Tek kelime bile etmeden elimi tutup kapıya doğru yöneldi. Gidiyorduk… Ölen ruhlarımızı tekrar diriltmeye, onları bedenimizle barıştırmaya doğru adım atıyorduk.
[/center] | |
|
J. Christopher Newell Seherbaz
Mesaj Sayısı : 1671 Gerçek İsim : iq T Patronus : Smilodon Sihirsel Soy : Safkan En Belirgin Özellik : Cesaret Rpg Puanı : Düello Gücü :
| Konu: Geri: K. Xiojia. Çarş. Şub. 02, 2011 12:30 pm | |
| Betimleme: 3o/27 Renk ve Paragraf Düzeni: 1o/8 Uzunluk: 5/5 İmla Düzeni: 1o/7 Anlatım: 3o/24 Kurgu: 15/15
Toplam Rol Oyunu Puanı 1oo/86 Hikayede cümleler sürekli kelimelerle oluşturulduğundan anlatım zayıflamış. Noktalama işaretlerinde sorunlar var. Genel olarak iyi bir hikaye ama buraya konulan haline an fazla bu puanı verebiliyorum. GH'ye hoşgeldiniz, iyi rp'ler ve sihirli günler. | |
|